Kremlin'in Orta Doğu Hamleleri: Rusya'nın Orta Doğu Politikasının Dönüşümü

Rus Orta Doğu uzmanı Nikolay Kozhanov’un çalışmasında ABD ve İngiltere, Fransa gibi Batılı güçler literatürde geniş yer tutarken, bilhassa Çin ve Rusya’nın bölgedeki rolüne değinen çalışmaların eksikliği dikkat çekiyor. Mehmet Akif Koç'un Fokus+ için yaptığı bu inceleme, Rusya'nın bölgedeki artan etkilerini ele alıyor.
Mehmet Akif Koç
Rusya’nın-Orta-Doğu-Politikası.jpg
13 Mart 2024

Soğuk Savaş’tan günümüze 

Kremlin, Sovyetler Birliği döneminde iki küresel süper güçten biri olarak, Soğuk Savaş coğrafyasında ve bilhassa Orta Doğu’da oyun kurucu konumdaydı. Bu dönemde Mısır, Suriye, Irak, Yemen, Cezayir gibi bölge ülkeleri üzerinde son derece etkili olmuş, Arap sosyalizmi ve milliyetçiliğinin gelişip serpilmesinde ve bölgede Batı karşıtı bir kuşak oluşturulmasında ciddi bir tesir icra etmişti.

Ancak Moskova, süper güç konumunun çöküşüne paralel olarak, Orta Doğu’daki konumunu da 1980’lerin başından itibaren tedricen kaybetti. Bununla birlikte Kremlin, Putin’in devlet başkanlığı altında son yirmi yılda yeniden eski gücünü kazanmaya çalışırken, Orta Doğu’da da önemli bir aktör haline gelmeyi hedefliyor. 

Moskova’nın Orta Doğu politikasında ana başlıklar 

Türkçe literatürde bu bahiste yapılmış kapsamlı çalışmaların yetersizliği dikkat çekerken, bilhassa İngilizce literatürde birbiri ardına nitelikli kitaplar neşrediliyor. Bunlardan biri de Katar’daki Gulf Studies Center araştırmacılarından, Rus Orta Doğu uzmanı Nikolay Kozhanov’un 2022’de yayımlanan editöryal çalışması.  

Toplam sekiz uluslararası uzmanın katkı verdiği kitap başta Suriye, İran, Körfez ülkeleri, Yemen ve Mağrib coğrafyası olmak üzere kritik bölgelerdeki Rus siyasetine yakından bakmayı hedefliyor. 

Kitabın editörü Kozhanov temelde şu sorulara yanıt aradıklarını belirtiyor (s. 10): 

-Kremlin’in Orta Doğu’daki kritik aktörlerle ilişkileri geliştirmeye yönelik açık ve iyi formüle edilmiş bir stratejisi var mı? Varsa bunun temel parametreleri neler ve bu strateji sahada nasıl uygulanıyor? 

-Rusya’nın Batı ile ilişkileri bölgeye yönelik vizyonunu hangi ölçüde şekillendirmektedir? 

-Rusya’nın bölgedeki nüfuz araçları ve bu nüfuzun sınırları neler? 

-Orta Doğu’ya yönelik olarak nasıl bir strateji, Rusya’nın küresel ölçekteki rolüne daha uygun? 

-Rusya’nın Orta Doğu’ya yönelik yaklaşımının şekillenmesinde hangi aktörler daha etkin rol oynuyor ve bu aktörlerin çıkarları neler? 

-Rus kamuoyunun Orta Doğu’ya dönük politikanın belirlenmesinde bir rolü var mı, varsa bu nasıl şekilleniyor? 

Sovyet geleneği ve devamlılık unsurları 

Kitabın ilk bölümünde Rus yazar Morozov, Sovyet döneminden başladığı analiz çerçevesinde 1990-2020 Rusya Federasyonu devrine miras kalan süreklilik ve değişim dinamiklerini ele alıyor. Çeşitli iç ve dış faktörlerin incelendiği bölüm, 2014 Kırım’ın ilhakı ve 2015 Suriye müdahalesi dâhil olmak üzere, güncel gelişmeleri de tahlil ederek ABD-Rusya ilişkileri ekseninde bir Orta Doğu politikası okuması yapıyor. 

Prof. Mark Katz’ın kaleme aldığı ikinci bölüm de bu çizgi üzerinden ilerliyor ve Putin dönemini Soğuk Savaş dinamikleriyle karşılaştırarak yol alıyor. Katz bu noktada önemli bir tespitte bulunuyor: Soğuk Savaş’ta Sovyetler Orta Doğu’da ciddi bir nüfuz sahibiydi, ancak bunu birkaç on yıldan fazla sürdüremedi; bugün de Putin yönetiminde benzer bir nüfuz alanı kuruluyor, ancak şimdilik yirmi yılı bulan bu nüfuzun ne kadar sürdürülebileceğine odaklanmak gerekir (s. 59). 

Rusya’daki önde gelen Orta Doğu uzmanlarından Leonid Isayev ise Rus dış politikasının Orta Doğu yönelimlerini belirleyen iç dinamiklerle kitaba katkı sunuyor. İsayev, herhangi bir ülkede dış politikanın iç dinamiklerden bağımsız olamayacağını, ancak bir Sovyet geleneği olarak Rusya’da dış politikanın ve dışarıda kazanılan çeşitli “başarıların”, bilhassa 2010’lardan itibaren, halkın dikkatinin içerideki sorunlardan dışarıya kaydırılması için bir manivela olarak kullanıldığını savunuyor. 

Bölgesel aktörlerle ilişkiler 

Kitabın dikkat çekici bölümlerinden biri Roy Allison’ın, Kremlin’in 2015’teki tartışmalı Suriye’ye askeri müdahalesinin hukuki ve normatif çerçevesini oluşturan argümanlara ışık tutuyor. “Russian-style humanitarianism in Syria (Suriye’de Rus tipi insani ilkeler)” alt başlıklı bölümün de işaret ettiği üzere, Rusya’nın uluslararası hukuk çerçevesinde öne sürdüğü tezlerin mercek altına alındığı eleştirel bir okuma sunuyor bu bölüm. Bu kısmın sonunda, Rusya’nın Orta Doğu’da oynadığı role dair bölge toplumlarında yapılan çeşitli araştırma sonuçlarına da yer veriliyor: Türkiye dâhil her ülkede halkların büyük çoğunluğu Rusya’nın rolünü olumsuz görürken, sadece İran’da olumlu görenler çoğunlukta (ss. 115-116), bu da Tahran-Moskova müttefikliğinin yansıması mahiyetinde. 

İranlı yazar Ghoncheh Tazmini ise tam da bu Rusya-İran iş birliğinin temel dinamiklerine odaklanıyor. Büyük oranda Batı karşıtlığı, ABD öncülüğündeki uluslararası sistem karşıtı ortak duruş ve benzer jeopolitik tehdit algılamalarının şekillendirdiği Tahran-Moskova ilişkilerinin, 1979 Devrimi sonrasında kazandığı hız ve bilhassa Suriye sahasında eriştiği ileri düzey bu bölümde ayrıntılı olarak işleniyor. 

Kitabın editörü Kozhanov altıncı bölümde Rusya’nın Körfez İş birliği Konseyi (KİK / GCC) üyesi ülkelerle ilişkilerini tartışıyor. Rusya’nın Suriye politikasının gölgesinde bir süre soğuk seyreden bu ilişkiler, 2015 yılından itibaren pozitif seyir takip etmeye başladı; bunda enerji piyasalarında iki tarafın ortak çıkarları, ABD ile ilişkilerin dönemsel iniş çıkışları, Orta Doğu ülkeleri arasındaki gergin ilişkiler gibi çeşitli faktörlerin etkili olduğu örneklerle izah ediliyor bu bölümde. 

Samuel Ramani Rusya’nın Yemen politikasını incelediği bölümde, Yemen’de çatışan tüm taraflar ve bunların destekçisi ülkelerle yakın ilişkiler geliştirebilen Kremlin’in bu alandaki manevra alanının genişliğine dikkat çekiyor. Bu noktada hem Körfez’deki Arap monarşileri hem de İran ile kurulan bağların, Rus siyasa yapıcıların elini güçlendirdiğine dair tespit, bölge dışı bir küresel gücün sahip olması gereken manivelaları da gözler önüne seriyor. 

Yahia Zoubir’in kaleme aldığı son bölüm ise, Rusya’nın başta Cezayir olmak üzere Mağrib ve Kuzey Afrika ülkeleriyle ilişkilerinin temel dinamiklerini tarif ve tespit ediyor. Bu noktada Sovyet döneminde kurulan ilişkilerin yeniden benzer akslar üzerinden restorasyonu çabasının bir yansıması olarak, bu sefer ideolojiden uzak bir yönelimin belirlediği güvenlik, kültür ve ticaret bağlarına yoğun vurgu var. 

*** 

Netice itibariyle, Rusya’nın Orta Doğu devletleriyle –ama halklarıyla değil- ilişkilerini yakından inceleyen ve uluslararası bir uzmanlar heyetinin kaleme aldığı bölümlerden oluşan bu kitap, Kremlin’in süper güçler sahnesine yeniden dönüş için Orta Doğu’da mutlaka varlık gösterme ve zaman zaman askeri adımlarla kendini hissettirme politikasına dair nitelikli bir okuma. Aynı zamanda Türkiye’deki yayıncılar için de iyi bir çeviri önerisi.​