Fransa’nın Afrika’daki Kolonyal Geçmişini Paris İnsan Müzesi’nden Okumak
Resmi adıyla Musée de l'Homme olarak bilinen Paris İnsan Müzesi, Fransa'nın Paris şehrinde bulunan bir antropoloji ve etnoloji müzesidir. Sözde insanlığın incelenmesine adanmış olan bu müze, insanın evrimi, kültürel çeşitlilik ve insanlarla çevre arasındaki ilişkilerle ilgili malzemeleri sergilemektedir. Müzenin sergileri arasında dünyanın dört bir yanından sanat eserleri yer alıyor ve sergilerde farklı insan popülasyonlarının kültürel mirası yanı sıra biyolojik çeşitlilik vurgulanmaktadır. Dolayısıyla sergiler arkeoloji, antropoloji, etnografya ve fiziksel antropoloji gibi çeşitli temaları kapsıyor. Fakat müze koleksiyonunun akıl almaz yönlerinden biri, Afrikalılar başta olmak üzere çeşitli halklara ait kafatasları, iskeletler ve mumyalar da dahil olmak üzere eleştirilere yol açan insan kalıntılarının sergilenmesidir.
Uzun zamandır hukukçular, sömürge döneminden, özellikle de yerli halklardan kalma bu insan kalıntılarının sergilenmesinin etik dışı olduğunu savunmaktadırlar. Bugün ise Mısır’dan Güney Afrika’ya kadar Afrika ülkelerinin en az yarısı, alacaklı olarak Avrupa devletleriyle davalık durumdadır. Mesela Fransa, 18.000 Afrikalı özgürlük savaşçısının kafatasını halen Paris insan müzesinde tutuyor ve ilginçtir ki bunların birçoğu Osmanlı tebaasıdır.
Bir Nijeryalı savaşçı kafatası, 1880’ler, İnsan Müzesi-Paris
İnsan kafataslarının ülkelerine geri gönderilmelerinin gerekli olduğunu söyleyenler, bu kalıntıların uygun şekilde gömülmesi ve kültürel uygulamalara saygı gösterilmesi açısından kendi topluluklarına iade edilmesi gerektiğini defaatle gündeme getirmelerine rağmen Fransa halen bu çağrıları duymazdan gelmektedir.
Fransa'nın Afrika'daki sömürge mirasının, kıtada talan ve acı verici izleri çeşitli cepheleriyle halen görülmektedir. Tarihsel olarak Fransa, Kuzey Afrika'dan Sahra altı Afrika'ya kadar uzanan topraklarla Afrika'nın önemli kısımlarını sömürgeleştirme yoluyla kontrol ediyordu.i Geri çekildiğinde Cezayir’den Madagaskar’a kadar birçok Afrika ülkesinde kanlı bir tarih bıraktı.
İnsan Müzesinde sergilenen ceset ile ilgili kayıt: 1890’lar
Halbuki son yıllarda, sömürgeciliğin kalıntısını ele alma ve etkilenen topluluklarla uzlaşmayı teşvik etme yönündeki daha geniş çabaların bir parçası olarak, Paris İnsan Müzesi'ndeki insan kalıntılarının ülkelerine geri gönderilmesi yönünde sıkça çağrılar yapılıyor. Aynı sebepten Almanya, 1907 yılına ait Namibya’daki Herero katliamında, yanında götürdüğü ve denek olarak kullandığı yerlilerin cesetlerini ancak 2017 yılında Berlin’den vatanlarına geri göndermişti. İnsan hakları savunucuları atalardan kalma bu kalıntıların geri dönüşünü isteyen yerli gruplar ile uluslararası mahfiller de iş birlikleri yürütüyorlar.
Bununla birlikte, Fransız Antropoloji ve İnsanlık Müzesi kayıtları incelediğinde, Doğu Afrika'da çok sayıda Türk kökenli aile mensuplarının da bulunduğu fark edilmektedir. Bunlardan bir kısmı Türkçe soyadlara sahipken, diğer bir kısmı ise Afrika asıllı soyadlarına sahiptirler. Mesela bu fotoğrafların çoğu, 1860-69 yılları arasında çekilmiş olup fotoğraflardaki kişilerden “Yelloub-ben-Tobji” 38 yaşında ve Cezayir Oran'da doğmuştur. Bilgi kartının üzerinde “Türk Köroğlu” notu bulunmaktadır. En çok dikkat çeken hususlardan biri de bu kişilerin alışılmadık saç kesimleridir. Fotoğraflardan anlaşıldığına göre, saçların önü tıraşlı, arkası neredeyse bele kadar uzanmaktadır.
21 yaşında Halep doğumlu “Süleyman el Halabi” Osmanlı tebaası.
26 yaşındaki “Mustapha-ben-Ouarga”nın anne babası Türk.
34 yaşındaki “Ahmed-ben-Yelloub”un babası Türk, annesi Arap.
35 yaşındaki “Mohammed Berber” Médéa'da doğdu. Babası Türk, annesi Bornou'dur.
30 yaşındaki “Kadour” Timbuktu'da doğdu. Babası Türk, annesi Malili'dir.
İnsan müzesinin gerçekten bilimle alakası olmadığını iki örnekle açıklamak gerekirse, bunlardan Süleyman el-Halebi'nin Mısır'daki ölüm hikayesi pek trajiktir. O, genç yaşında 18. yüzyılın sonlarında Osmanlı coğrafyasının entelektüel ve kültürel çevrelerinde bilimi ve şiiriyle tanınan etkili bir figürdü. Ancak, El-Halabi'nin kaderi, Mısır’ı işgal eden Fransız komutanını öldürmekle kesiştiğinde, o ise ölümü pahasına bu yolu seçmişti.
Onun ölümü, bölge tarihinin o döneminde entelektüellerin ve sömürge yönetimine kafa tutmanın dokunaklı bir hatırlatıcısıdır. Süleyman el-Halebi'nin başı, insan kalıntılarının, özellikle de bir şekilde egzotik veya önemli görülen kişilerin kalıntılarının toplanması ve sergilenmesine yönelik daha geniş bir uygulamanın parçası olarak Paris'teki bir müzede sergilendi. 18. ve 19. yüzyıllarda Avrupalılar, Avrupalı olmayan halkların fiziksel özelliklerine ve kültürlerini hayretle incelemiş ve onlara genellikle ırksal üstünlük merceğinden bakmışlardı. Bu, el-Halabi gibi dikkate değer görülen kişiler de dahil olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinden insan kalıntılarının toplanmasına ve sergilenmesine yol açmıştır. Dolayısıyla suçlu olarak sergilenen ve aşağılanan bir kafatasının bilimsel bir izahı mümkün değildir.
El Halabi'nin başı, Fransız yetkililer tarafından farklı kültürlere olan ilgilerini ve sömürgeleştirilmiş halklar üzerinde egemenlik kurma arzularını yansıtan bir merak veya çalışma nesnesi olarak görüldü. Ayrıca, kafatasının bir müzede sergilenmesi, Avrupalı olmayan halkların aşağı veya ilkel olduğu yönündeki algıların gerçek olduğunu anlamanın bir başka yoludur. Genel olarak Halabi'nin kafasının Paris'te bir müzeye konulması kararı, o dönemde Avrupa'da yaygın olan ırkçı ve sömürgeci tutumları yansıtsa da günümüzde bu tür bir barbarlığa göz yummak imkansızdır.
Benzer şekilde Cape Townlı Sarah Baartman, büyük kalçaları ve uzun dudakları başta olmak üzere fiziksel özellikleri nedeniyle, 19. yüzyılın başlarında merak konusu olarak sirklerde sergilenmişti. İnsanların onu görmek için para ödediği Paris İnsan Hayvanat Bahçesi'nde kafes benzeri bir muhafaza içinde sergilenmesi de dahil olmak üzere, insanlık dışı muameleye ve sömürüye maruz kaldı. Bu deneyim onun için son derece travmatik ve aşağılayıcıydı çünkü Batı algısı onu bir eğlence nesnesine dönüştürmüştü. Zamanın ırkçı tutumları, Baartman'ın onu anormal gören kişiler tarafından aşağılık muamelesi görmesine ve kar amacıyla sömürülmesine yol açtı. Bu sömürü onun ölümünden sonra bile devam etti; cesedi parçalara ayrıldı ve daha fazla eğlence için müzelerde sergilendi. Baartman'ın naaşının Nelson Mandela’nın diplomatik girişimleri sonucu 2002 yılında Paris İnsan Müzesi’nden Cape Town'a dönüşü, onun insanlığının tanınması ve katlandığı ırkçılığın reddedilmesi açısından önemli bir an oldu. Bu ona yapılan adaletsizliği kabul etme ve anısını onurlandırma yönünde atılmış bir adımdı. Sadece bu örnek dahi, Paris insan müzesinin insanlıkla alakası olmayan barbar bir zihniyetin kurduğu ve esasında ceset koleksiyonu olduğunu gözler önüne seriyor.
Bu, Fransa ile özellikle Afrika ülkeleri arasında sağlam ilişkiler kurmak için evvela, tarihsel adaletsizliklerin ele alınması, karşılıklı saygı anlayışının hakim olmasını gerektirir. Paris İnsan Müzesi'nde, Afrika'dan insan kalıntılarının bulunması, saygısız ve kalıcı sömürgeci tutumlar olarak görülebileceği için ikili ilişkileri zorlamaktadır. Mandela 2002 yılında yaptığı konuşmada Paris’ten getirilen Sarah Barthman’ın cesediyle ilgili “biz Fransa’dan sadece Sarah Barthmaan’ɪn kemiklerini değil onurumuzu geri aldık” demişti.
Paris’ten vatanı Cape Town’a getirilip gömülen Sarah Barthman
Çağdaş bilim adamlarının, gazetecilerin ve aktivistlerin makale ile raporları, Fransa'da ırkçılık ve sömürgecilik mirasları etrafında devam eden tartışmalara dair analizler sunmaktadır.
Araştırmacılar, çok çeşitli kaynaklarla etkileşime geçerek, Fransız tarihindeki insan hayvanat bahçelerindeki ırkçılığın tarihsel bağlamları, ideolojileri ve mirasları hakkında daha derin bir anlayış kazanabilir ve sosyal adalet hakkında süregelen tartışmalara katkıda bulunabilirler.
Sağlıklı bir Fransa-Afrika Münasebetleri mümkün mü?
Fransa, Afrika ulusları ve topluluklarıyla diyaloga girerek, geçmişteki yanlışları kabul ederek ve kalıntıların ülkelerine geri gönderilmesi için çalışarak bunu düzeltme yolunda adımlar atması artık elzemdir. Uzlaşmaya ve haysiyete dayalı olumlu ilişkileri geliştirmeye yönelik kararlılığını göstermesi ise bunun ilk adımıdır.
İnsan kalıntılarının müzelerde sergilenmesi konusu kültürel, etik ve hukuki hususlara bağlı olarak tenkit edilmeye devam edecektir. Bazı müzeler insan kalıntılarını ata topluluklarına geri gönderirken, diğerleri bunları bilimsel veya kültürel amaçlarla sergilemeye devam ediyor. Paris İnsan Müzesi'ndeki diğer iskeletlerin ülkesine geri getirilip getirilmeyeceğiyle ilgili toplulukların istekleri, yasal anlaşmalar ve müzenin politikaları gibi faktörlere bağlı olarak masaya yatırılmalıdır. Zira Paris İnsan Müzesi'ndeki insan kalıntılarını ülkelerine geri gönderip gömme kararı, hukuki hususlar, kültürel hassasiyetler ve ilgili toplulukların veya torunların istekleri gibi çeşitli faktörlere bağlıdır.
Fransa'nın müze gibi devlet kurumları ve potansiyel olarak kalıntıların menşei olan ülkelerle bir anlaşma sağlanırsa, Fransa'nın Güney Afrika ile yaptığı gibi benzer bir yol izlemesi ve cenazelerin saygılı bir şekilde gömülmesi için sürecin başlatılması sadece hukuki cepheden değil, insani açıdan da artık kaçınılmazdır.